Google

31 Ağustos 2010 Salı

Aşkın Tarifi



Gönül ki divane oldu,
Dimağa ismin düştü..!
Dimağ ki perişan oldu,
Dile "sükut" düştü..!
Dil ki lâl oldu,
....Kalbe "har" düştü..!
Kalp ki durdu,
Gönle "yar" düştü..!
Yar'dan başkası için göze gölge düştü..!

**esra** :)


Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam.
Ben haramla helali karıştırmam.
Seninle içilen şarap helaldir,
Sensiz içilen su bile haram..

[ Ömer Hayyam ]

Dünya üç beş bilgisizin elinde;
Onlarca her bilgi kendilerinde.
Üzülme; eşek eşeği beğenir:
Hayır var sana kötü demelerinde.

[ Ömer Hayyam ]

Şimdi sevmediklerimizi sevmeyi deniyoruz…


Dünyayı keşfetmeye çıkmış meraklı çocuklardık…
Ama unuttuk bir
sokağın ucundaki soluk perdeli evlerimizi,
unuttuk bahçemizi,
güllerimizi, gülüşlerimizi, derken kurtaramadık kendimizi…
......…Şimdi
sevmediklerimizi sevmeyi deniyoruz…
Yaşadıklarımızı değil
yaşayamadıklarımızı özlüyoruz…

ÇEŞM-İ SİYAHIM



İşte gidiyorum çeşmi siyahım
Aramızda dağlar sıralansa da,
Sermayem derdimdir servetim ahım
...Karardıkça bahtım karalansa da

Haydi dolaşalım yüce dağlarda
Dost beni bıraktı ah ile zarda,
Ölmek istiyorum viran bağlarda
Ayağıma cennet kiralansa da


Bağladım canımı zülfün teline
Dost beni düşürdün elin diline,
Güldün Mahsuni’nin garip haline
Mervan’ın elinde paralansa da..

AŞIK MAHSUNİ ŞERİF

Ben güzel sevmeye geldim


Derd-i firakın ile düşeli sevdaya mey'e
Müptelayım, deliyim, düşmüşüm esrarı-ney'e
Feleğin kahpe başında paralansın parası
Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye..

(NEYZEN TEVFİK)

Ben damlayı okyanus yapma peşindeydim;



Bir damla, okyanusa ne kadar benzerse,
o kadar benziyorduk işte.
Özlemlerimiz benziyordu.
Ben damlayı okyanus yapma peşindeydim;
o okyanusu damlaya sığdırma peşinde...

CEMİL MERİÇ

Ben kimseye ''GİT'' de demem, diyemem



Ben yaşadıklarımın hiçbirini unutmam.
Ama evet ! Yeri gelir susarım.
Canımı çok yakan şeyler olur ama... yinede susarım, tükenirim.
Buna izin de veririm aslında.. Salaklığımdan mı? Hayır!
Ben kimseye ''GİT'' de demem, diyemem. O kişi vazgeçilmez olduğundan mı? Hayır. Ona o kadar şeye rağmen, o kadar değer veririm ki,
......Hergün yaptıklarına utansın diye.
Ama bir gün öyle bir giderim ki;
Kaybedeceğim hiçbir şey olmaz!

SUNAY AKIN

Elinde olanlardan bahset can!… Üzülme!..



Üzülme!..
Dert etme can!..
...Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan,
yürüyebiliyorsan... Ne mutlu sana!.. Elinde olmayanları söyleme bana...
...Elinde olanlardan bahset can!… Üzülme!..
...Geceler hep kimsesiz mi geçecek?..
Gidenler dönmeyecek mi?..
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede..
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...
Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?..
“Hüzün olgunlaştırır” ...“Kaybetmek sabrı öğretir”...
***
MEHMET ORHAN DURDU

Ölçü



Sevdiğin müddetçe
ve sevebildiğin kadar,
sevdiğine her şeyini verdiğin müddetçe
ve verebildiğin kadar gençsin...
...
Nazım Hikmet RAN


Eskidenmiş sabredip murada ermek
Şeyhin kerametini bekleyerek
Öyle zamanlar yaşamaktayız ki dostum
Erdemdir bazen, sabretmemek...
...
Ataol BEHRAMOĞLU


Dün sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum

Özdemir Asaf




Kimi seviyorum der çünkü ezberlemistir,
Kimi diyemez çünkü gerçekten sevmiştir.

Can Yücel








Beni güzel hatırla
Bunlar son satırlar
Farzet ki bir rüyaydım esip geçtim hayatından
Yada bir yağmur sel oldum sokağında
...Sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim
Beklide bir rüyaydım
Senin için
Uyandın ve ben bittim

Orhan Veli Kanık





insan;
ya hayrandır sana ya düşman
ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakika bile çıkmassın akıldan

Nazım Hikmet




Kim o, deme boşuna.
Benim, ben.
Öyle bir ben ki gelen kapına;
Baştan başa sen.

Özdemir Asaf




Bağlanmayacaksın bir şeye öyle körü körüne
O olmazsa yaşayamam demiyeceksin,
Demiyeceksin işte yaşarsın çünkü..

Can Yücel





Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşcesine ..

Nazım Hikmet


Anılarda Kalırdı BeLki De Zamanla İnce BeL,
Namussuz Çay Bile İnce BeLLi Bardaktan VeriLmeseydi Eğer ...
{Can Yücel}


Sesini özlemedim.
Yüzünü de, ellerini de.
Yanımdaki varlığını hele hiç!
Daha yazamıyorum.
...Uzayan burnum, kalemime çarpıyor.
Bırakıyorum.

[ Küçük İskender ]


Kanayan yaralarına;
Kan dursun diye başka bedenler basarsan, mikrop kaparsın...

[ Murathan Mungan ]

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Attila İlhan - Ben Sana Mecburum



Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
...İçimi seninle ısıtıyorum.

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.

Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır, başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.

Sevgili!



Aşkın şiirini yazmak isterdim sana, sana aşkı şiir ile yazmak isterdim...
Aşkı seninle tanımlamak ister, aşkı sende tanımak isterdim.
Ay ikiye bölündüğünde yanında olmak isterdim...

FUZULİ

Atasözü



Sular yükselince, balıklar karıncaları yer.
Sular çekilince de karıncalar balıkları.
Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir.
Çünkü kimin kimi yiyeceğine, "suyun akışı" karar verir.

Afrika Atasözü

Unutma...!



Can Yücel

Unutma! Yüreğinde bir ismin imzası var.
Ve sen onu silemezsin, söküp atamazsın,... ne kadar uğraşsan da seninle beraber büyür içindeki sızı.
İlk önce onu hissedersin başkasına dokunduğunda. .
Unutma! Bir kere sevdin mi uzun uzun yanarsın. Sitemler öfkeler birikirken içinde, sen azalırsın.
Dilinde küfür elinde kadeh, eksik olmaz. Günler böyle geçer alışırsın.
Unutma! Sabahlar artık gecikir. İster sağa dön ister sola, gözüne uyku değil gidenin hayali gelir.
Kendini şiirlere verirsin. Elin sigaraya gider her on dakika da bir fena zehirlenirsin.
Unutma! Bir süre güvenmeyeceksin kimseye, kendine sığınacaksın.
Aşk konuşulduğunda sen susacaksın, of'larla ah'larla başlayacaksın her cümleye.
Çevrende senden başka herkes haksız olacak. Senin haklılığınsa çaresiz gidecek çöpe.
Unutma! Bir gün kaldığın yerden başlayacaksın. Biri seni bulacak. .
Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan, biraz ürkeceksin.
Ne kadar dirensen de nafile. İnsansın sonuçta seveceksin.
Eski acılara bakıp da küsme sevdalara, gâvura kızıp da oruç bozulmaz.
Sök at kafandan acaba'ları! Bir kemik aynı yerden İki defa kırılmaz.
Artık kararmaz gecelerin. Bir daha yaşlar akmaz gözünden. Sabahların gecikmez.
Kim bilir ağladığın günlere gülersin. Bir defa öldün ya zamanında? Bir daha ölmezsin.



-Neden hayatında biri yok diye soranlara:
Hani bazen durakta belli bir otobüsü beklersiniz ya; on dakika, onbeş dakika, yirmi dakika beklersiniz gelmez. Bu arada başka alternatiflerde geçer ama binmezsiniz. Ne de olsa "beklemişsinizdir o kadar" boşa gitsin istemezsiniz.
Sormayın artık bana. Herhangi biriyle değil, be...klediğime “değecek” olanla devam etmeliyim bu yola.
Durakta yaşlanmak olsa da işin ucunda.

[ Can Yücel ]



Bazen susmak gerekiyormuş, bazen bomboş bakmak gerekiyormuş hayatın yalanlarına.
Anlamaya çalışmak saçmalık!
Anlamadan yaşamak gerekiyormuş.
Ama bazen unutmak gerekiyormuş, unutulma pahasına.
...Zaman değilmiş gideni getiren, aslında zamanmış var olanı götüren.

[ Sunay AKIN ]




Kalk âşık, kalk! Acele et biraz.
Bak, su sesi geliyor. Sense susuzsun ve uyuyorsun…

[ Mevlana ]

Gözyaşının bile görevi varmış.
Ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış.

[ Mevlana ]

Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini,
Neye güldüğünden ise zekâsını ve seviyesini anla

[ MEVLANA ]



Doyacak kadar aşın varsa,
Başını sokacak bir damın,
İnsanoğluna kulluk etmiyorsan,
Başkasının sırtında değilse geçimin,
...Tamam, güneşli günler içindesin.

[ Ömer Hayyam ]








Gülüş, bir yanaşımdır bir öbür kişiye;
Birden iki kişiyi döndürür bir kişiye.
Anılarından kale yapıp sığınsa bile,
Yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye.
...
[ Özdemir Asaf ]








Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

[ Cahit Sıtkı TARANCI ]




"Üşüdüm" dedim !..
"Bir dakika, üstüme bir şeyler alıp geliyorum" dedi..
"Nasıl ya, üşüyen benim ama" dedim ?..
"Tamam işte, sen içimdesin ya" dedi ; Isındım
...
[ Küçük İskender ]

Önceleri hatayı hep kendimde bulurdum.
"Az geçtim" kalbinden, derdim hep
Söyleyemedim sevdiğimi diye ağlardım geceleri.
Ama senin bir başkası için yandığını gördüm ya.
..."Az geçtim" demiyorum artık.
Bir harf daha ekledim acım diner belki diye.
Artık " Vazgeçtim"...

[ Küçük İskender ]




Anlatabilsem sende neler gördügümü, kimse inanmaz hayal derdi.
Bilselerdi sende neler gördügümü, yıllarca hayal görmek isterlerdi..

[Murathan Mungan]









Öperek uyandırdım bu sabah ayrılığı.
Fırından yeni çıkan bekleyişler satın aldım.
Kırmızı mavi ekoseli yalnızlığımı serdim masaya.
Manzaraysa ayrılığa sıfır! İşte her şey hazır.
...Acılarımla iki lafın belini kırdık.
Yokluğunda bir kuş sütü eksik.
Yalnızlığım ve ben; seni çok bekledik.

[Cemal Süreya]





Hiç bir şey için "benimdir" deme
Sadece de ki "yanımdadır";
Çünkü ne altın, ne toprak, ne sevgili,
Ne hayat, ne ölüm,
...Ne huzur, ne de keder
Daima seninle kalmaz...

[ D. H. Lawrence ]




Bırak bütün insanlar seni tanısın; ama hiç kimse seni tam olarak tanımasın.
İnsanlar sığ yerini gördükleri dereyi kolay geçerler...

[ BENJAMİN FRANKLİN ]

29 Ağustos 2010 Pazar

Fıkralar

Handan ile Mehmet
Mehmet ile Handan öğrenci olup, aynı evi paylaşmaktadırlar. Bir gün Handan ve Me...hmet, Mehmet'in annesini yemeğe davet ederler. Mehmet'in annesi akşam yemeği süresince Handan'ı uzun uzun süzer ve aslında Handan'ın çok alımlı ve güzel bir kız olduğunu, acaba aralarında ev arkadaşlığından daha ileri bir boyutta bir ilişkinin mevcut olup, olmadığını merak eder.

Aklını okumuşcasına Mehmet annesine der ki: Ne düşündüğünü biliyorum ama emin ol ki sadece ev arkadaşıyız, ötesi yok. Akşam yemeğinden sonra Mehmetin annesi evine döner.

Aradan bir iki gün sonra Handan der ki: Mehmet, annen bize yemeğe geldiğinden beri gümüş çorba kasesini bulamıyorum. Mehmet yanıtlar: Annemin almış olabileceğini tahmin etmiyorum ama ben yine de kendisine bir mektup yazayım.

Oturur ve yazar:

Anneciğim, gümüş çorba kasesini sen aldın demiyorum, ama almadın da demiyorum.Fakat konu şu ki: Sen bize yemeğe geldiğinden beri gümüş çorba kasesi kayıp.

Sevgiler oğlun Mehmet.

Bir hafta sonra Mehmet'in annesinden mektup gelir:

Sevgili oğlum:Handanla yatıyorsun demiyorum, ama yatmıyorsun da demiyorum.Fakat konu şu ki:Handan kendi yatağında yatıyor olsaydı, gümüş çorba kasesini çoktan bulmuş olurdu.

Sevgilerle annen...

:))))))

27 Ağustos 2010 Cuma



Victor Hugo - ( 1802 - 1885 )
-
- DOĞUM - ÖLÜM: 1802 - 1885

HAYAT: Fransız şair ve yazar Victor Hugo, Fransa tarihinin en çalkantılı günlerinde, 1802'de dünyaya geldi. Napolyon ordusunda general olan babası, imparatorun parlak döneminde önemli görevlerde bulundu, bir çok dış ülkeye seyahat etti ve Madrid'te valilik yaptı. Hugo, anne ve babası arasındaki geçimsizlikler nedeniyle genellikle annesinden uzak kaldı ve babası ile yaşadı.

Hugo ilkokula İspanya'da başladı ancak İspanyol aristokratlarının çocuklarını kabul eden bu okulda, sonradan soyluluk ünvanı almış bir burjuva generalin oğlu olması, alay konusu edilerek dışlanmasına yol açtı. Yazarların ürünleri ile yaşam öyküleri arasında ilişki kurmak eğilimindeki araştırmacılar, İspanyol okulunda geçen günlerin, Hugo'nun aristokrasiye bir yandan hayranlık duyup bir yandan da nefret etmesi gibi gerilimli bir duyguya kapılarak liberal-demokratik ilkeleri seçmesinde büyük rol oynadığını iddia etmişlerdir.

Napolyon'un imparatorluktan düşmesi ile birlikte Hugo ailesi için zor günler başladı. Paris Hukuk Fakültesi'nde başladığı yüksek öğrenimine maddi sıkıntılar yüzünden devam edemedi ve ayrıldı. Ayrıldıktan sonra kendini kitaplara veren Hugo, ilk şiirlerini de bu yıllarda yazdı. Annesinin ölümüyle sefaletin eşiğine gelen genç yazarı bu güç durumdan kurtaran yirmili yaşlarda yayınlanan -kraliyet yanlısı- şiirleri oldu; XVIII.Lois tarafından bin frank aylığa bağlandı, Chateaubriand'ın ilgisini çekti ve romantik akımı benimsemesinden sonra parlak bir kariyerin kapısını araladı.

1827'de " Cromwellve 1830'da " Hernanioyunları, -tıpkı Namık Kemal'in " Vatan Yahut Silistre"sinin Osmanlıda yarattığı- isyana benzer bir heyecan uyandırdı Paris'te. 1830 yılında Victor Hugo'nun Hernani piyesinin oynanmasından sonra romantiklerle klasik edebiyat taraftarları arasında "Hernani Savaşı" denilen tartışma basladı. Bu tartışma romantiklerin " klasizmkarşısında kesin zaferiyle sonuçlandı.

Hugo'nun ilk romanı ise " Notre Dame'ın Kamburu"dur(1831). Bugün okunduğunda, yazarın en yüzeysel ürünü olarak değerlendirebileceğimiz bu romanın nispi başarısızlığı, Hugo'nun maddi nedenlerle yayınevinin ısrarına boyun eğerek metnini çok kısa bir sürede tamamlamak zorunda kalmasındandır. Yine de, Hugo'nun yükselen ünü, Fransa'da bu kitabının da sevilerek okunmasını sağlamıştır.

1831-1941 arasında çok sayıda şiir, piyes ve roman yazan Hugo, 1841'de Fransız Akademisi'ne seçildi. 1848 İhtilali'nden sonra Cumhuriyetçi saflara geçti ve Cumhurbaşkanlığı için aday bile oldu. Kendisi seçilemedi, ama seçilen Louis Napolyon'u destekledi. Ancak Napolyon da imparatorluğunu ilan edince, Hugo 1851'de Fransa topraklarını terk ederek –yirmi yıl sürecek gönüllü bir sürgünü geçireceği- Channel Adaları'na yerleşti. Burada yazdığı " Sefiller"(1861), onun en çok tanınan ve sevilen eseridir. İmparatorluk dönemi sona erip Üçüncü Cumhuriyet kurulunca, Victor Hugo, Paris'e bir kahraman olarak döndü. Millet meclisine seçildi, ama politikadan çok edebiyatla ilgilenmeyi tercih etti. 1885'de öldüğünde, büyük bir törenle Pantheon'a gömüldü.



İskender Pala - (1958 - ....)
-
- Profesör Doktor İskender Pala (8 Haziran 1958 Uşak), edebiyatçı ve edebiyat araştırmacısıdır. Divan Edebiyatı üzerine yaptığı çalışmalar ile tanındı. İstanbul’da ikamet eden yazar 3 çocuk babasıdır.

İlkokul’ u Uşak’ta ki Cumhuriyet İlköğretim okulu’nda bitirdi. Lise’yi Kütahya’ da ki Kütahya Lisesi’nde bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okumaya hak kazandı. Aynı okulda yaptığı Lisans Tez çalışması ;Câmiu'n-Nezâir’dir. Doktora çalışmasını ise yine İstanbul Üniversitesi’nde yaptı; Aşkî, Hayatı, Edebî Şahsiyeti ve Divânı. Divan edebiyatı dalında 1983 yılında Doktor, 1993 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Doçent, 1998 yılında da Kültür Üniversitesi’nde Profesör oldu.

Okuma hayatına Peyami Safa’nın eserleri ile başladığını belirten yazar, ilk okuduğu kitapların 9. Hariciye Koğuşu ve Yalnızız olduğunu söylüyor. Ömer Seyfeddin, Refik Hâlid, Reşat Ekrem okunduktan sonra, Osmanlı Tarihi ve Edebiyatla tanışması Erzurum ve İstanbul’da ki üniversite yıllarına denk gelmiş.

Bir ara Hilmi Yavuz ile TRT’ de Şairane adlı programı sunan yazar; şu anda TRT 2 de Perşembe günleri 22.10 Divançe adlı programı hazırlıyor.

Düzenli olarak Altunizade ve Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezlerinde Divan Şiiri Saati adı ile etkinlikleri olup sık sık okur günleri de düzenlemektedir.

* 1979-1982 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Seminer Kütüphane.Memuru
* 1982-1984 Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Deniz Lisesi Komutanlığı'nda teğmen
* 1984-1986 Üsteğmen
* 1986-1987 Boğaziçi Üniversitesinde part-time Türk Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi
* 1987-1994 Yüzbaşı, Dz.K.K.lığı Tarihi Deniz Arşivi kuruluş ve faaliyetleri
* 1994-1996 Tarihi Deniz Arşiv Araştırmaları ve Dz.K.K.lığı yayın faaliyetlerinin yürütülmesi
* 1996-1997 Öğretim yılı, MSÜ Fen-Edebiyat Fak. Eski Türk Edebiyatı öğretim üyesi ve İSAM redakte kurulu üyeliği
* 1997 Öğretim yılı İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim üyesi

Ödülleri
* 1989 Türkiye Yazarlar Birliği dil ödülü
* 1989 (Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü)
* AKDTYK Türk Dil Kurumu ödülü, 1990 (Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü)
* Türkiye Yazarlar Birliği inceleme ödülü, 1996 (Şairlerin Dilinden)
* Aydınlar Ocağı Kayseri Şb. Yılın Edebiyat Adamı ödülü, 2001
* YTB Uşak Halk Kahramanı ödülü, 2001
* 2003 Türk - Eğitim-Sen, Türkiye Yazarlar Birliği, Polis Akademisi ve Emniyet Teşkilatı "Yılın Romanı Ödülü" ( Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk )

Eserleri
* Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü
* Kronolojik Divan Şiiri Antolojisi
* Akademik Divan Şiiri Araştırmaları
* Divan Edebiyatı
* Atasözleri Sözlüğü vb.



Nene Hatun - (1857 - 1955)
-
- Erzurum'da doğdu. 98 yıl Erzurum'da yaşadıktan sonra yine Erzurum'da, zatürre hastalığından hayata vedâ etti. Ölümünden üç ay önce Türk Kadınlar Birliği tarafından yılın annesi seçilmişti.

Tarihimizde 93 Harbi olarak anılan 1877 - 1878 Osmanlı - Rus Savaşı sırasında, Erzurum'daki Aziziye Tabyası'nın savunulmasında kahramanca çalıştı. Adını bu şekilde tarihe yazdırdı. Mücâdeleye, küçük yaştaki oğlunu ve kızını evde bırakarak katılmıştı. O sıralarda 20 yaşlarında genç bir gelindi.

7 Kasım 1877 gününün gece yarısında, bölge halkından olan Osmanlı vatandaşı Ermeni çeteleri Erzurum'un Aziziye Tabyası'na girmeyi başarmışlardı. Tabyayı koruyan Türk askerlerini öldürdüler. Arkadan gelen Rus askerleri, hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı olarak kurtulmayı başaran bir er, şehir merkezine ulaşıp kara haberi Erzurum'lulara ulaştırdı. Sabah ezanından hemen sonra minârelerden şehir halkına duyuru yapıldı. "Moskof askeri Aziziye Tabyası'nı ele geçirdi." Bu haber, Erzurum halkı tarafından, vatan savunması için emir telakki edildi. Silâhı olan silâhını, olmayanlar; balta, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Tabya'ya doğru koşmaya başladı. Kadın - erkek tüm Erzurum halkı yollara dökülmüştü. Koşanlar arasında, erkeği cephede çarpışan bir tâze gelin de vardı. Ağabeyi bir gün önce cepheden yaralı olarak gelmiş ve kollarında can vermişti . Üç aylık bebeğini emzirmiş, "Seni bana Allah verdi. Ben de O'na emânet ediyorum." Diyerek vedâlaştıktan sonra birkaç saat önce ölen ağabeyinin kasaturasını alarak sokağa fırlamıştı.

Erzurumlular, ölüme gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyası'na doğru koşuyordu. Tabyaya yerleşmiş olan Rus askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön sıradakiler o anda şehit oldular. Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha bir kararlı ve hızlı olarak ileri atıldılar. Demir kapılar kırılıp içeri girildi. Boğaz boğaza bir savaş başladı. Mükemmel silâhlarla donanmış Moskof ordusu, baltalı - tırpanlı, taşlı - sopalı eğitimsiz halk karşısında ancak yarım saat tutunabildi. 2300 Moskof öldürülüp, Tabya geri alındı. Türkler, 1000 kadar şehit vermişlerdi.

Hemen yaralıların tedâvisine başlandı. Nene Hâtun da yaralılar arasındaydı. Fakat o yarasına aldırmıyor, evindeki bebeğini unutmuş, diğer yaralıların kanını durdurabilmek, yaralarını sarmak için çırpınıyordu. Nene Hâtun böyle bir ortamda tanındı ve saygı ile sevil di.

O'nun, vatan için gece başlayan mücâdelesi, tüm düşman Erzurum'dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum'un her karış toprağında cephâne taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaştı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın zaferinde Nene Hâtun'un ve O'nun vatan aşkını paylaşan sivil insanların da payı vardı.

Savaştan sonra da Nene Hâtun, destan kahramanlarına yaraşır bir asâletle yaşadı. Kendisini ziyâret eden NATO'da görevli Amerika'lı subayın bir sorusuna: "O zaman vazifemi yapmıştım. Bu gün de ilerlemiş yaşıma rağmen aynı hizmeti, daha mükemmeliyle yapacak güç ve heyecana sahibim." cevabını vermişti.



Prof. Dr. Mehmet Öz - (1960-......)
-
- Prof. Dr. Mehmet Öz, 11 Haziran 1960'da babasinin görev yaptigi Cleveland'da dogdu. 1982'de Harvard Üniversitesi'ni bitirdi, 1986'da Pensilvanya Üniversitesi'nden tip doktoru unvanini aldi. Halen Columbia Üniversitesi Irwing Kalp Cerrahisi Profesörü olan Öz, ayrica ayni üniversitenin Tamamlayici Tip Programi'nin kurucusu. Ayni zamanda yardimci kalp cerrahi gereçleri programini da yürüten Öz'ün kalp transplantasyonu, minimal girisimsel kalp cerrahisi ve saglik kontrolü üzerine arastirmalari var. Kardiyovasküler cerrahide robot programini ilk uygulayan doktor olan genç bilim adami, 1999 Davos Dünya Ekonomik Forumu'nda ‘‘Yarinin Lideri’’ olarak seçildi. 350'nin üstünde orijinal yayina, kitaplara, makalelere ve birçok patente sahip. CNN, NBC, ABC ve CBS'de birçok kez yer alan Prof. Öz 1996'da ‘‘Yilin Amerikan-Türk Adami’’ seçildi. 1968'lerde Michael de Bakey ve Denton Cooley'in basini çektigi ekipte yer alan ünlü kalp cerrahi Prof. Dr. Gerald Lemole'nin kizi Lisa Jane ile evli olan Mehmet Öz'ün Defne Nur, Arabella Sezen, Zoe Yasemin ve Oliver Mustafa adli dört çocugu var. Ask acisi kalp krizini tetikliyor Yapay kalp ve robotla ameliyat devrimlerine imza atan Türk Doktor Mehmet Öz, ALEM 'e müthis açiklamalar yapti: Kalp hastalarinin yüzde 50'si asksiz kalmis, çok asik olmus, askina karsilik bulamamis. Sevmek önemli. Bunu kaybedersek kalbimiz düsmeye basliyor. Kriz artiyor. ABD'de çok fazla kalp hastasi var. Yanlis besleniyorlar. Kizartma, et ve fast-food. Türkler de bu yolda. Klasik yemek aliskanligina dönmezsek gençler tehlikede. 16 Ocak'ta ilk kez robotla kalp ameliyati yaptim. Hasta bir odada, ben bir odadaydim. En üzücü hasta karamsar olandir. Tedavisi imkansiz olan inanciyla iyilesebiliyor. +*bAsik degilsen kalp krizi yakanda ALEM, tip tarihine adini altin harflerle yazdiran, kalp ameliyatlarinda çigir açan Dr. Mehmet Öz ile ABD'de görüstü Dünyada ilk kez yapay kalp naklini gerçeklestiren, robotla kalp ameliyati yapan ve 'sol karincik destek aygitini' (LVAD) gelistiren Doktor Mehmet Öz, ALEM Genel Yayin Yönetmeni Berna Erten'e konustu. Berna Erten'i çalistigi Presbyterian Hastanesi'nde kabul eden Mehmet Öz, kalp hastalarina önemli bir uyarida bulunarak, 'Kriz geçiren hastalarin yarisi, hayatlarinda hiç asik olmayan kisilerdir. Ya da karsiliksiz sevmislerdir' uyarisini yapti. Bir tür yedek kalp görevi gören LVAD uygulamasinin, nakil kadar tehlikeli olmadigini belirten Öz, gögsü hiç kesmeden robot ile yapilan kalp ameliyatin daha yeni oldugunu kaydetti. Öz, normal ameliyattan iki kat daha fazla zaman alan bu yöntemi gelistirmek için çalismalarinin sürdügünü belirterek, söyle dedi: 'Robotla ilk kalp ameliyatini 16 Ocak'ta gerçeklestirdik. Bu tip alaninda bir devrimdir. Hastanin gögsünü hiçbir sekilde kesmedigimiz için yepyeni bir yerden kesmemiz gerekiyordu. En zor kismi buydu. Sistemi nihayet bulduk. Robotun içinde ellerimi koyup ameliyat yaparken, hasta baska bir odada bulunuyor. Bir video vasitasiyla ameliyat yapacagimiz yeri görüyoruz. Robottayken elimi istedigim kadar döndürebiliyorum. Bu en büyük kolaylik. Robotta kendimi daha iyi hissettim. Ellerimle acayip hareketler yapmak zorunda kalmadim.' Kalbi vücudun günesi olarak tanimlayan Öz, kalp hastaligi ile ask baglantisini da söyle anlatti: 'Kalp hastalarinin yüzde 50'si ya asksiz kalmis veya çok asik olmus. Ya da asik olduklari kimseler onlari sevmiyormus. Birbirini sevmek ya da asik olmak... Bunu kaybedersek kalbimiz düsmeye basliyor. Eskisi kadar mühim olmuyor ve bu hastalarda kalp krizi orani artiyor. Bu insanlar kizgin oluyor ve kalp krizi çok görülüyor. Iç depresyonu olanlarin kalp krizi geçirme riski daha fazla.'



Halide Edip Adivar - ( 1884 - 1964 )
-
- İstanbul'da doğdu. Kimi kaynaklara göre doğum yılı 1884'tür. İngiliz terbiyesiyle yetişmesini isteyen babası onu Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nde okuttu. Orada Rıza Tevfik'den (Bölükbaşı) Fransız edebiyatı dersleri aldı ve Doğu'nun mistik edebiyatını dinledi. Sonradan evlendiği Salih Zeki'den de matematik dersleri alıyordu. Koleji 1901'de bitirdi. 1908'de gazetelere yazmaya başladığı kadın haklarıyla ilgili yazılardan ötürü gericilerin düşmanlığını kazandı. 31 Mart Ayaklanması'nda bir süre için Mısır'a kaçmak zorunda kaldı.1909'dan sonra eğitim alanında görev alarak öğretmenlik, müfettişlik yaptı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. Gerek bu çalışmaları, gerekse müfettişliği sırasında İstanbul semtlerini dolaşması, ona çeşitli kesimlerden insanları tanıma fırsatını verdi. 1919'da Sultanahmet Meydanı'nda, İzmir'in işgalini protesto mitinginde yaptığı etkili konuşma ünlüdür. 1920'de Anadolu'ya kaçarak Kurtuluş Savaşı'na katıldı.
Kendisine önce onbaşı, sonra da üstçavuş rütbesi verildi. Savaşı izleyen yıllarda Cumhuriyet Halk Fırkası ve Atatürk ile siyasal görüş ayrılığına düştü. 1917'de evlenmiş olduğu ikinci kocası Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye'den ayrıldı. 1939'a kadar dış ülkelerde yaşadı. O yıllarda konferanslar vermek üzere Amerika'ya ve Mohandas Gandi tarafından Hindistan'a çağrıldı. 1939'da İstanbul'a dönen Adıvar 1940'ta İstanbul Üniversitesi'nde İngiliz Filolojisi Kürsüsü başkanı oldu, 1950'de Demokrat Parti listesinden bağımsız milletvekili seçildi. 1954'te istifa ederek evine çekilmiş ve 1964'te ölmüştür.

Adıvar'ın Seviye Talip (1910), Handan (1912) ve Son Eseri (1913) gibi ilk romanları aşk öyküleri anlatan yapıtlardır. Yazar kahramanlarını yakıp yıkan bir sevgiyi dile getirmek istediği için kişilerin iç dünyasına yönelir ve bu sevginin zamanla bir tutkuya dönüşmesini sergiler. Bu yapıtların önemli özelliğini, birbirine benzeyen ve ondan önceki Türk romanlarında bulunmayan kadın kahramanlarda aramak doğru olur. Yazarın asıl amacı kadın kahramanların kişiliklerini erkeklerin gözüyle değerlendirmek olduğu için, romanlarının anlatıcısı olarak bu kadınlara âşık erkekleri seçer ve fırtınalı bir aşk öyküsünü onların anı defterlerinden ya da mektuplarından anlatır. Erkek (bazen kadın da) evli olduğu için, kaçınılması olanaksız bir iç çatışma, romanların moral sorununu oluşturur ve roman ya kadının ya da erkeğin ölümüyle biter. Adıvar'ın, biraz kendi olduğunu iddia edilen bu kadın kahramanları, yazarın o dönemde ideal saydığı Türk kadınını temsil ederler. Seviye Talipler, Handanlar, Kâmuranlar her şeyden önce güçlü kişiliği olan, haklarını savunan, Batı terbiyesi almış, ama Batılılaşmayı giyim kuşamda aramayan, resim ya da müzik gibi bir sanat alanında yetenek sahibi, yabancı dil bilir, kültürlü ve çekici kadınlardır.

Adıvar 1910 yıllarında Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu ile birlikte Türk Ocağı'nda çalışmaya başladıktan sonra yazdığı Yeni Turan adlı romanında (1912) yurt sorunlarına eğilir. II. Meşrutiyet döneminde geçen bu ütopik romanda, Yeni Turan adlı idealist bir partinin program ve çalışmalarını anlatırken yeni bir Türkiye'nin hangi sağlam temellere oturtulması gerektiği hakkında o zamanki görüşlerini açıklamak fırsatını bulur. Ateşten Gömlek (1922) ve Vurun Kahpeye (1923) romanlarında Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'da tanık olduğu olayları, direnişleri, kahramanlıkları, ihanetleri anlatırken kendi gözlemlerinden yararlandığı için daha gerçekçidir. Bununla birlikte, bir aşk sorununun aşıldığı bu yapıtlarda da yüceltilmiş kadın kahraman yerini korur. Ancak şimdi, yine olağan dışı bu kadın, öncekiler gibi bireysel sorunlarla sarsılan kültürlü bir sanatçı olarak değil, milli dava peşinde erdemlerini kanıtlayan ya da Anadolu'da düşmana karşı savaşan bir yurtsever olarak çıkar karşımıza.

Adıvar'ın ilk yapıtlarında Türk okuruna sunduğu bir yenilik yarattığı bu kadın imgesidir. Bu imge toplumda birbirine karşıt olarak algılanan değerleri uzlaştırdığı için önemliydi. Osmanlı -İslam geleneklerine göre ev kadını olarak yetiştirilmiş basit ve cahil kadın, o dönemin aydın kesiminin gözünde geri kalmış bir uygarlığın simgesi gibiydi. Öte yandan Batılılaşmış "asrî" kadın da köklerinden kopmuş, değerlerini şaşırmış, namus anlayışı kuşku uyandıran bir kadındı. Adıvar'ın kahramanları işte bu çelişkiyi kendilerinde uzlaştırmakla bir özleme cevap veriyorlardı. Çünkü bunlar hem Batılılaşmış hem de milli değerlerine bağlı kalmış, hem serbest hem de namus konusunda çok titiz, ahlakı sağlam kadınlardı. Gerektiğinde bir erkek gibi spor yapan, ata binen bu kadınlar üstelik dişiliklerini de korumayı başarmışlardır.

Adıvar'ın en ünlü romanı Sinekli Bakkal'da (1936) ileri bir adım attığını, yeni bir aşamaya vardığını görürüz. İlk romanlarının olay örgüsü bir iki kişi arasındaki bireysel ilişkilere bağlı olarak gelişirken, II. Abdülhamid dönemindeki Türk toplumunun panoramik bir tablosunu sergileyen Sinekli Bakkal'ın olay örgüsü siyasal, düşsel, toplumsal sorunlarla örülmüş olarak gelişir. Romanın okuru en çok çeken yönü de fakir kenar mahallesi, zengin konakları ve saray çevresiyle II. Abdülhamid zamanının İstanbul'u anlatmasıdır.

Ne var ki yazarın amacı bir dönemin Türk toplumunu yansıtmak değildir yalnızca. Bu felsefi romanda çevrelerin bir işlevi de belli değerlerin temsilcisi olmaktır. Sinekli Bakkal mahallesi gelenekleri ve insancıl değerleri sürdüren halk kesimini; Genç Türkler'den Hilmi ve a rkadaşları devrimci aydınları; saray çevresi ise, yozlaşmış yönetici kesimi temsil eder. Roman iki kısma ayrılmıştır. Birinci kısmın ana teması Abdülhamid'in istibdat idaresi karşısında şiddete başvurarak devrim yapmanın geçerliliği sorunudur. Gerçi Adıvar içtenlikle ezilen halktan yanadır, ama gelenekçiliği ve savunduğu mistik dünya görüşü şiddete başvurarak devrim yapmayı onaylamasına izin vermez. Romanda II. Meşrutiyet'in ilanı "asırların kurduğu müesseselerin köklerini" söken, "içtimaî ve siyasî nizam ve intizamı" altüst eden bir devrim olarak nitelenir. Doğru tutum Mevlevî tarikatından Vehbi Dede'nin yaptığı gibi "herhangi bir hayat fırtınasını sükûnetle seyretmek"tir. Yazar devrimden değil evrimden yanadır. Romanın ikinci kısmında yozlaşmış saray çevresi sergilenirken ana tema olarak Rabia ile Peregrini ilişkisi gelişir ve evlilikle son bulur. Bu evliliğin simgesel anlamı Batı ile Doğu'nun bileşimi olarak yorumlanmıştır. Ama Peregrini'nin "öylebasit ve insanî ananeler" dediği geleneklere bağlı Sinekli Bakkal mahallesindeki cemaat yaşamına hayran olması, Müslümanlık'ı kabul ederek Rabia ile evlenmesi ve mahalleye yerleşmesi, daha çok Doğu değerlerinin üstünlüğüne işaret sayılmaktadır. Ne var ki yazar, Rabia ile Peregrini'nin sevişip evlenmelerine inandırıcı bir hava verememiştir. Farkedilir ki, olaylar yazarın kafasındaki bir görüşü dile getirmek için tertiplenmekte ve Doğulu kadın ile Batılı erkek yazarın tezi gereği seviştirilip evlendirilmektedirler. Birinci kısımda olay örgüsünün doğal gelişimi, farklı dünya görüşlerine sahip kişiler arasındaki çatışmadan doğan gerilim ve dramatik sahneler, ikinci kısımda yerlerini, zorlama izlenimi veren bir ilişkiye ve saray çevresinin tanıtılmasına bırakınca romanın sanatsal düzeyi düşer.

1943'te CHP Ödülü'nü alan Sinekli Bakkal Türkiye'de en çok baskı yapan roman olmuştur. Sinekli Bakkal'ı izleyen romanların ise yazarın ününe katkıda bulunacak nitelikte oldukları söylenemez.

Adıvar çeşitli alanlarda etkinlik göstermiş, siyasal ve toplumsal konularda da hem Türkçe, hem İngilizce kitaplar yazmış, İngilizce'den Türkçe'ye çeviriler yapmıştır. Zamanının dış ülkelerde en çok tanınan Türk yazarı olmuştur. Yapıtlarından kimileri İngiliz, Fransız, Alman, Rus, Macar, Fin, Urdu, Sırp, Portekiz dillerine çevrilmiştir.

17 Ağustos 2010 Salı

SEVGİLİ...



Sen Hiç Görmediğin Birinin GözleriniHergün Her Saat Anımsadınmı..?

Hiç Tutamadı...ğın Elleri Aradın Mı..?

Hiç Koklayamadığın Tenin Kokusunu...Bu Kadar Yürekten Hissettin Mi..?
...
Hep O Kokuyu Birgün İçine ÇekeceğiniHayal Ettin Mi..?

Bütün İmkansızlıklar İçinde Umut Edebildin Mi..?

Sen Hiç Sevdin Mi Asla Senin Olmayacak Birini..?

Tüm Yüreğinle İstedinmi Asla Olmayacağını Bile Bile...!

Umud Ettinmi Yalvardınmı Allah'aBir Tatlı Sözüyle Yüzünde Güller Açtımı..?

En Basit Sözcükler BileSadece Onun Dudaklarında Anlam Buldumu..?

Sesini Duyunca Gözlerindeki IşığıKilometrelerce Ötedekiler Bile Farkettimi..?

Sen Hiç Sevdin Mi Asla Senin Olmayacak Birini..?

Gözlerin Değil Yüreğin Ağladımı Onun İçinDudakların Başka Söz Söylerken Yüreğin

Dudaklarına İnat "O"nun Adını Haykırdımı..?

Ondan Haber Alamadığın Günün Zindan Oldumu..?

Sen Hiç Sevdin Mi Asla Senin Olmayacak Birini..?

Seni Umursamadığını Anladığın An Yaşamın Anlamanı Yitirdimi..?

İsyan Ettinmi Onsuz Doğan Her GüneOnu Sana Getirmeyecek Olan Bir Sonraki
GüneVe İnatla Bekledinmi..?
Asla Gelmeyecek Olan Sevgiliyi..!

3 Ağustos 2010 Salı

Salak ve zeki



Çocuk bir gün öğretmenine sorar:
Öğrenci: Hocam salakla zeki arasındaki farklar nelerdir.
Öğretmen: Salaklar her zaman kesin konuşur ama zekiler daima şüphecidir..
Öğrenci: Emin misiniz hocam ?
Öğretmen: Kesinlikle...

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Fikir İncisi




PazaRtesi ßakıştık__SaLı taNıştık__Çarşamßa aRkadaştık__PeRşembe İki Aşık__Cuma aLıştık__CumaRtesi taRtıştık__PazaR ayRıLdık :))



Bir Kızım Olsun Adı YaĞmur Olsun.Birde Oğlum Olsun Adı Toprak Olsun. İkisi Kavga Etsin Ortalık Çamur Olsun:D

Farklı Bakışlar - Farklı Açılar



Yıllar önce bir ayakkabı şirketinin sahibi,pazar araştırması yapmak üzere Afrika'ya aralıklı olarak ...iki pazarlamacı gönderir.

Birinci pazarlamacı araştırmasını tamamladıktan sonra patronunu arayıp şöyle der: " Burada bizim için hiçbir fırsat yok,çünkü hiç kimse ayakkabı giymiyor."
...
Birkaç ay sonra giden ikinci pazarlam...acı ise,patronunu arayıp heyecanla raporunu verir."Afrika'da inanılmaz fırsatlar var.Burada hiç kimsenin ayakkabısı yok. "

"Herkes aynı düşünüyorsa,hiç kimse birşey düşünmüyor demektir."
Çözüm : Farklı Bakışlar - Farklı Açılar

Garip bir fırıncı vardı.



Garip bir fırıncı vardı. Kendisine ...sahte paralar verseler de parayı alır, par...anın sahte olduğunu anladığı halde parayı verene söylemez, istediği ekmeği verirdi.

Etrafındakiler onun bu hâlini bilir, şaşırırlardı. Kimse onun neden böyle yaptığını anlamazdı. ...

Nihayet ölüm vakti gelip çatınca fırıncı ellerini yüce dergâha açtı ve şöyle yalvardı:

“Ey Allahım, biliyorsun ki yıllarca insanlar bana sahte dirhem getirdi ve ben bunu onların yüzüne vurmayıp istediklerini verdim.
Şimdi ben de Senin huzuruna sahte taâtlerle geliyorum, ne olur onları yüzüme vurma..”Devamını Gör