Google

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Tuz ve Su



Hintli
bir yaşlı usta, çırağının sürekli bir şeyden şikayet etmesinden
bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şey den
mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu bir bardak
suya atıp içmesini söyledi.Çırak, yaşlı adamın dediğini yaptı ama
...içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. “Tadı nasıl?” diye soran
yaşlı adama öfkeyle “Acı” diye cevap verdi.usta kıkırdayarak çırağının
kolundan tuttu dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına
götürdü ve çırağına bu kez de bu kez göle atıp, gölden su içmesini
söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla
silerken aynı soruyu sordu: “Tadı nasıl?” “Ferahlatıcı” diye cevap
verdi genç çırak.“Tuzun tadını aldın mı?” diye sordu yaşlı adam,“Hayır”
diye cevapladı çırağı .Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz
çökmüş olan çırağını yanına oturdu ve şöyle dedi:“Yaşamda ki
ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır nede çok. Istırabın miktarı aynıdır.
Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın
olduğunda yapman gereken tek şey ıstırabı veren şeyle ilgili hislerini
genişletmektir. Onun için sende artık bardak olmayı bırak, göl olmaya
çalış.”

Theodore Zeldin, İnsanlığın Mahrem Tarihi



Belki de insanlar sisli bir denizde sürüklenen birer gemiden başka bir şey değiller, ara sıra uzaklarda birbirlerinin ışıklarını görüyorlar ve yan yana geçip giderken kısacık bir süre selamlaşıyorlar.

Buluşmak üzere



Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
...Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım

CAN YÜCEL

Hayat tramvay gibidir



Hayat tramvay gibidir... Tam yer bulmuş, oturacakken bir de bakmışsın son durağa... gelmişsin...
Camillo Sbarbaro

2 Temmuz 2010 Cuma

Bosna eski günlerine dönebilir mi ?




Araştırmacı-Yazar Yaşar Danışmaz Bosna'da yıllar önce başlatılan eğitim faaliyetlerinin amacını ve farklı milletlerden çocukları aynı okulda bir araya getirmenin arka planındaki düşünceyi anlatıyor

Osmanlı'dan sonra Bosna'nın yaşadıkları...




Osmanlı İmparatorluğu, Bosna Hersek topraklarını kaybettikten sonra Bosnalı halk uzun bir barş döneminin ardından sıkıntılı bir sürece girmiştir. Yugoslavya döneminde maddi anlamda rahat etseler bile mutlu olamamış daha sonra binbir türlü zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır...

Bosna'da köylerden toplanan 180 çocuğun hikayesi



Yıllar önce Bosna'ya ilk giden eğitim gönüllüleri köylerdeki öğrenci adaylarının velilerini nasıl ikna etti? Çocuklar İstanbul'a nasıl getirildi? Bosnalılar Türklere çocuklarını nasıl emanet etti?

1 Temmuz 2010 Perşembe

Küçük

En iyi şeyler
küçük çıkınlarda taşınırmış.

Küçük bir beden
çoğu kez büyük bir ruha yataklık edermiş.
Ufak balıklar lezzetli olurmuş.
Ateşe küçük odunlar atılırsa alevler artarmış,
büyük odunlar ateşi söndürebilirmiş.
Her küçük şey mutlaka işe yararmış,
Bir çok küçük
Bir büyük edermiş.
Sağanak dediğimiz
küçük damlacıklardan ibaretmiş.
Ufacık bir yağmur
Kocaman bir toz bulutunu yok edebilirmiş.
Muazzam bir aydınlık
küçük bir delikten görülebilirmiş.
Saman çöpü
rüzgarın yönünü gösterirmiş.
Bütün hasat
Bir kıvılcım yüzünden elden gidebilirmiş.
Büyük bir geminin batması için
küçük bir delik yeterli imiş.
Çok veren malından,
aZ veren canından verirmiş.
Yükte hafif olmak
pahada ağır olmaya engel değilmiş.
Deve büyükmüş AMA ot yermiş,
şahin küçükmüş AMA et yermiş.
Insan küçük bir adama iyiliği dokunduğu zaman
cömertliği öğrenebilirmiş,
büyük adama iyilik ederse öğreneceği şey ızdırap olurmuş.
Büyük adamın büyüklüğü devam ediyorsa Bunun sebebi Onun küçük adamlara gösterdiği
ihtimam imiş.
Büyük makineleri küçük çarklar çalıştırırmış.
Küçük başlangıçlar olmadan büyük sonuçların sağlandığı vaki değilmiş.........

Fatih FİDAN

ÜNLÜ ŞAİRLERİN ŞİİRLERİ

Hüsran

Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,
İslam'ı uyandırmak için haykıracaktım.
Gür hisli, gür imanlı beyinler coşar ancak,
Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım!
Haykır! 'Kime, lakin? Hani sahibleri yurdun?
Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım;
Feryatımı artık boğarak, naş'ımı tuttum,
Bin parça edip şi'rime gömdüm de bıraktım.
Seller gibi vadiyi eninim saracakken,
Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım.
Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz;
İnler 'Safahat'ımdaki Hüsran bile sessiz!



MEHMET AKİF ERSOY






Ceviz Ağacı

Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.



NAZIM HİKMET RAN






Sessiz Gemi

Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.

Yahya Kemal Beyatlı